Ey İstanbul, nezaketim kayboldu, hükümsüzdür…

Bu sefer farklı bir yazı ile karşınızdayım. Tabii siz görselde İstanbul Seyahatim yazınca gezi yazısı sandınız değil mi? Evet, mevzu İstanbul ama esas mevzu orada yaşayan insanlar. Çok değişik bir yazı oldu, bakalım bu açıdan baktınız mı hiç 7 tepeli zat-ı Muhterem’e?
Son 5 yılda belki en az 50 defa İstanbul ‘a gitmişimdir. Hepsi de iş seyahati; Havaalanından, ofise – ofisten de havaalanına. Bu yüzden kalabalığa çok fazla karışmadığım için bazı şeyleri farketmemiş olduğumu farkettim 🙂 Hahaha, nasıl bir cümleyse ama öyle farketmediğimi farkettim.
Birkaç gün önce Engin ile turist olarak İstanbul’a gittik. Bu sebeple de insanların içine karışma fırsatı buldum. Kalabalık yaya geçitlerinden karşıya geçmeye çalıştım. Karşıdan gelenle çarpışmama çabasıyla göz göze gelerek aynı anda, bir sağa bir sola geçmeye çalışırken bir yandan da ( bunu hepimiz yaşamışızdır, kolay değildir öyle penaltı esnasında golcünün hangi köşeye atacağını tahmin etmek gibidir, karşıdan gelenin hangi tarafa gideceğini keşfetmek ) arabalar hareket edecek mi diye tedirgin oldum. Bir tarafı tamamen park etmiş araçlarla dolu sokakta karşıdan gelen araçla inatçı keçiler hikayesindeki gibi kaşlarımızı çatıp bekledik ‘ Sen gideceksin geriye dedik’ o da ‘ Hayır, siz gideceksiniz dedi’. Ama hiç konuşmadan sadece bakışarak…
Bunun gibi pek çok nezaketten uzak, tamamen mecburen varolma çabası içinde bencilliğe yelken açmış insanları farkettim. Hepsinin tek gayesi üstün gelmek, mücadeleyi kazanmak ve İstanbul ‘u yenmek! Çünkü şehir yaşayanların bu tarafı üzerine çalışıyor sürekli. Bam, bam indiriyor. Bu sebeple insanlar sürekli gardlarını almış yaşıyorlar her yerde. Ve düşündüm, acaba orda hani o herkesin adına şiirler, şarkılar yazdığı İstanbul’da yaşasam bende böyle nezaketimi kaybedip, tüm nezaket kurallarını unutup Şehrin Kurallarına mı ayak uydururdum ???
Baştan yazayım; Şimdi okuduğu herşeye kontrast bakış açısı ile bakan okuyucularım, herkes böyle değil ama niye genelleme yapıyorsun diyebilirler. Evet herkes böyle değil tabii ki, ama bu yazı öyle olanlar için bir genelleme, öyle olmayanlar zaten üstlerine alınmayacaklardır. Bu nedenle önyargısızca okuyun dostlar 🙂
İstanbul’da yaşayan insanlara bu şehir çok büyük bir bahane bahşediyor bence, ne o biliyor musunuz? Ne yaparsak hoşgörün çünkü biz İstanbul’da yaşıyoruz. İstanbul zor şehir olabilir, şehir yaşayanları bir güzel pataklıyor olabilir. Bildiğiniz gündüz gözüyle, gece bilinmezliğiyle, 7/24 hırpalıyordur. Ama bu bir seçim ve orda yaşamayı herşeye rağmen kabul eden sensin. Şehrinden oraya taşınan, okul bitince dönme şansın olduğu halde kalmaya devam eden, özetle yediğin dayağa rağmen diğer yanağını da uzatan sensin. Bu sebeple sakın bütün bunlar senin için koccamaaan bir bahane bulutu olmasın. Çünkü hakettiğim nezaketi göstermemene hiç biri bahane olamaz. Ancak ne yazık ki bütün bunları bir şekilde çoğunluğa inandırmış durumdalar.
Örneğin ; Nispeten daha küçük ve yaşamın daha kolay olduğu yerlerdeki insanlar da gelip İstanbul ‘u deneyimleyince ”Aaa, hakikaten zor şehir burda yaşanmaz ” deyip bu zorluğu bahane olarak kullanıp arkasına saklanan, nezaketini kaybetmiş bu insanların nezaketsiz davranışlarını hoş görüyorlar.
Akrabasının yanına İstanbul’a gittiğinde havaalanında karşılanmayınca ”Aa haklı ama çok uzak ne gerek var”deyip değerli hissetmekten vazgeçiyor. Kendi başına yol-iz arayıp, kaybola kaybola belki evi bulmaya çalışıyor. Ama o nezaketsiz İstanbullu akraba Anadolu’ya geldiğinde krallar gibi karşılanıyor, havaalanın kapısından özel araçla alınıp, istediği heryere götürülüp, en güzel yerlerde ağırlanıyor.
Bir de yıllardır anlam veremediğim bir şey ; Şirket merkezi İstanbul’da olan kurumsal firmaların merkez ofis çalışanları da gelince aynı şeyi bekliyor, beklemeseler bile biz yapıyoruz zaten. Konaklama varsa oteline bırakıyoruz, akşam yemeğe çıkarıyoruz… gibi. Ama biz gittiğimizde ne oluyor? Ofiste bizi görünce geldiğimizden haberleri oluyor, taksi ile gidiyoruz, akşam yemek yiyelim mi diye soran olmuyor (toplu bir organizasyon yok ise). Mesai bitiyor, herkes puff yokluyor. Yabancı bir şehirde başımıza birşey gelse beni ara diyen yok. Hımm, niye peki çünkü İstanbul büyük, İstanbul zor, İstanbul pahalı , bla bla bla… Hahaha, işte yıllardır biriktirdiklerimi döktüm. Demek ki neymiş ‘Kalem kılıçtan keskinmiş ‘. Şimdi İstanbul merkezde çalışıp da okuyan dostları bir düşünme saracak 🙂
Üzgünüm, ama ben bütün bunları kabullenmiyorum, hiç de kabullenmeyeceğim.Nezaket, misafirperverlik bizim kültürümüzün özüdür. Hoştur, iyi hissettirir, duyguları okşar. Yapmaya çalışmak bile yeter bazen, ya da inceden bir teklif etmek belki. Ama hiç olmamasını kabul edemiyorum, şartlar zor bile olsa. Güzellik ve beceri zor olduğunda bile yapabilmekte, herşeye rağmen bazen sırf karşıdaki için, onun kendini değerli hissetmesi için. Ne demişler ”Sen buna değersin”. Kozmetik şirketi reklamı mıydı o ?, hımmm evet. Aman ne olmuş bence buraya çok iyi oldu 🙂
Bir başka düşüncem de yarınından kaygı duymanın ve sadece para kazanma hedefi ile hayatı yaşamanın insanın verimliliğini ve bütüne olan katkısını düşürdüğü. Hayatını idare ettirmek için mecburen yapmak zorunda olduğu işler, uğraşlar o kişinin İNSAN’a özgü güzellikleri göstermesinin önüne geçiyor. Çünkü keyfini kaçırıyor, hayatın tadını çıkarmasını engelliyor. Tamamen kendi için ya da yakın çevresini düşünerek hareket etmesine sebep oluyor. Ben İstanbul’da yaşayanların aşırı derecede Yarınından Kaygı Duyma Duygusunun kontrolü altında ve sadece varolma çabası içerisinde böyle nezaketten uzak davrandığını düşünüyorum. Bu sebeple şehrin enerjisi bu kadar düşük, başlar hep yerde, hep bir acele var. Ters düşünce, tartışmak için insanlar kafalarını kaldırıp birbirlerinin yüzüne bakıyorlar.
Bir kredi kartı reklami vardı, bir kız işten eve – evden işe gidiyordu hani, kuşbakışı harita üzerinde hep aynı yol izi, defalarca her gün …
İşte oradaki kız gibi çoğu kişi aynı yol izinde hayat tüketiyorlar.
Bu sebeple değerli okuyucularım, ben İstanbullu dostlarımızın bütün bu bahanelerinin arkasına saklanıp gösterdiği nezaketsizliği hoş karşılamıyorum. Nezaket, hoşgörü, ince düşünce ve değerli hissettirme güzel meziyetlerdir. Bunlara sahip olmanın da konumu yoktur yeryüzünde. Dünyanın neresine giderseniz gidin bunları gösteren insanlar bu işi başarmıştır ve bu onların güzelliğidir. Ve ben bu insanları huzurlarınızda sevgiyle selamlıyorum.
Her daim bütüne hizmet etmek, her daim hoşgörü ve nezaket. Bahane mi, hayıır bunun bahanesi yoktur zannımca…
Sonsuz Sevgilerimle
Nihal
nihal altunsüzer
Yazar Hakkında

1978 Adana doğumlu, evli ve 2 çocuklu biriyim. 2022’de ailemle Amerika’ya taşındık. Çukurova Üniversitesi’nden mezun oldum, 16 yıl yöneticilik yaptım. Profesyonel yaşam ve öğrenci koçuyum. 2022’de aile içi iletişim kitabımı yayımladım. Çalışmalarımı ve eğitimlerimi online sürdürüyorum.

“Ey İstanbul, nezaketim kayboldu, hükümsüzdür…” üzerine bir yorum

Yorum yapın